Daha önceki tarihi kesitleri bir tarafa bırakarak, son 200 yıllık tarihimizde teklif edilen siyasal projelere ve reform tekliflerine baktığımızda; sağıyla-soluyla, islamcısı-moderniyle, muhafazakârı-milliyetçisi hatta en radikal devrimcilerimizin bile, bireysel ve toplumsal gelişim süreçleriyle asla meşgul olmaksızın, devleti veya otoriteyi ele geçirmeyi birinci hedef ve öncelikleri yapmışlardır...
Bu sebeple, bizde siyaset yapma biçimi farklı toplumsal taleplerin rasyonel ölçülerle yönetime yansıtılabilmesi çabası yerine; bir "varlık-yokluk" mücadelesi olarak görülmüş, farklılıkların ve çoğulculuğun normal görüldüğü demokratik bir uzlaşma kültürü bu topraklarda yerleşememiştir.
Son 200 yıllık fikri ve siyasi hareketlerin en temel motivasyon kaynağı devleti ele geçirmek, hakikatin ta kendisi olarak gördükleri ve savundukları fikirleri "devlet aparatını" kullanarak topluma dayatmayı "dava" veya "kutsal devrim"in gereği olarak değerlendirdikleri siyasi, zihni ve psikolojik ortamda; akıl, bilim, hukuk ve demokrasi kriterlerini nasıl da önemsiz görmüş olduklarına şüphe yoktur herhalde ?
Dava veya devrimi gerçekleştirme amacının yanında akıl, bilim, hukuk ve demokrasi gibi bu soyut lakırdıların ne anlamı olabilir ki ?
Nitekim, hiçbir demokratik toplumda olmadığı kadar, iktidarı temsil edenler dışında muhalif fikirler, fitne ve fesatla suçlanmışlar; tarafların birbirini ihanet içinde olma ithamı bu coğrafyada hiç eksik olmamıştır.Hatta bu tür suçlamalar biçimlerine aynı partinin iç muhalefetinde bile sıkça rastlanmaktadır...(Bugün birden çok partinin kongreleri vardı; lütfen karşılıklı suçlamalara bir bakar mısınız?)
Ancak artık bilmiş ve anlamış olmamız gerekiyor ki, birey ve toplumun gelişmesi ve bilinç düzeyinin artmasına paralel olarak demokratik sivil siyasetinin rolünü ve önemini artıramaz; akıl, bilim, hukuk ve demokrat olma gibi evrensel kriterleri ön plana çıkaramazsak, devleti ele geçirme, kamu kaynaklarını yağmalama ve "ötekine" otoriteyi dayatma fikrine dayalı siyaset anlayışıyla, toplumun bütünlüğünü korumak, ortak hayat kuralları oluşturmak imkanını kaybedecek ve iç gerilim ve kavgaların girdabında yeni çağın gereklerini de ıskalamış olacağız...
Daha da ileri giderek ifade etmeliyiz ki; sadece çağın gereklerini ıskalamakla kalmayacağız, gerçek anlamda beka meselesiyle de karşı karşıya kalacağız demektir.