Çok kıymetli Prof. Dr. Ayten ARCASOY'a sonsuza dek saygı ve rahmetle...
Bugünün anısına bir hasta yakını olarak siz değerli okurlarıma yazacağım.
Yemin, ant; bir şeyi yapacağına ya da yapmayacağına yönelik, genellikle kutsal kabul edilen bir varlık üzerine verilen söz. Kökeni tarih öncesi dönemlere dayanan ve genellikle dini anlam taşıyan ant içme törenleri, günümüzde bazı halka hizmet sunan kurumlarda görev başı yapan kimseler tarafından da görevin hakkıyla yerine getirileceğine dair söz vermekte kullanılır.
Kimi zaman dini kitaplar ve inançları gereği yaratıcı şahitliğinde kimi zaman ise toplum tarafından önemli kılınmış bayrak, vatan, ahlaki değerler; şeref ve namus gibi kişinin direk kendi kişiliğini ortaya koymasıyla gerçekleşen törenlerdir. Bu Törenlerde çoğu zaman söz verilen duruma aykırı davranışı için karşılaşacağı yaptırımlar da dile getirilir. Yerine getirilmemesi durumunda kişinin karşılaşacağı yaptırımlar ise kanun yapıcılar tarafından belirlenen bazı ceza uygulamaları dışında genellikle soyuttur. Bu nedenle yaptırımı somut olmayan yeminler genellikle boş birer söz olarak yapıldıkları anda kalırlar.
Öteden beri yeminler hele ki törenli yapılan yeminler (şahitli) hayli ilgimi çekmiştir. Her meclis kurulduğunda vekillerin yemin törenlerini meclis yayınından canlı yayınlaması şahitli törenlerden biri. Her defasında da aynı duyguları yaşarım. Somut yaptırımı olmayan yeminlerde maya tutmaz.
Yemin, ahit, ant…
İnsanoğlu kimi zaman günlük yaşayışında kimi zaman geçmiş kimi zaman da gelecek için çeşitli antlar içer. Ant etmek çoğunlukla dini inanışlar içerisinde kullanılsa da dinler dışı kullanım da oldukça yaygındır. Söylediğimiz sözlerin, yaptığımız işlerin, yapacaklarımızın inandırıcılıklarını arttırmak, desteklemek için kullandığımız yeminler, inanılan din ve yaratıcı dışında ana, baba, evlat, vatan, iş, aş gibi kutsiyetlik yüklenen tüm değerler üzerine yüklenebiliyor.
Geçmişten günümüze değin sıklıkla kullanılan yeminin yaptırımı ise dini inanışlarda çeşitli kefaretler ödemekle mükellef olmak, toplum tarafından ayıplanmak gibi soyut yaptırımlarla birlikte” Yalan yere yemin eden davacı veya davalıya bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir” kanun maddesi ile de somut cezai müeyyidelerle desteklemiştir.
Halk meclislerini açarken ülke başkanlarına, halkın temsilcisi vekillerine yemin ettirilmesi, meslek erbaplarının mesleklerini yaparken yaptıkları yeminler bunlardan bazılarına örnektir.
Bugün üzerinde durmak istediğim ise mesleki bir yemin türü olan Hipokrat yemini; aslında o bir görev yeminidir meslekten ziyade. Sorumluluktur. Geleceğe sağlıklı nesiller aktarmanın teminatıdır.
Yeminin özgün hali:
“Hekim Apollon, Asklepios, Higiya, Panacea üzerine ve bütün Tanrı ve Tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki, yeteneğim ve gücüm elverdiğince bu ant ve sözleri tutacağım:
Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım, ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşim gibi bakacağım ve öğrenmek isterlerse bu sanatı ücretsiz öğreteceğim; ilaç reçetelerini, şifahi bilgileri ve diğer bilgileri sadece ve sadece kendi evlâtlarıma, hocamın çocuklarına ve hekimlik kurallarına uygun sözleşmeyle bağlı ve ant içmişlere öğreteceğim.
Yeteneğim ve hâkimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim.
İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim; benzer şekilde, bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim.
Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım.
İç organlarındaki taşı keserek almayı, hastalığı çok açık olan hastalarda bile, işin ehli olan cerrahlara bırakacağım.
Hangi eve girersem gireyim, bütün kasıtlı kötülük ve suistimallerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan kaçınarak, sadece hastaya yardım için gireceğim.
Gerek sanatımın icrası sırasında gerekse insanlarla gündelik ilişkideyken edindiğim bilgileri ortalığa saçmayacağım, bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
Bu yemine sadık kalırsam hayatımı ve mesleki uygulamalarımı insanların tümünden ve her zaman saygı görerek mutlulukla sürdüreyim, ama ona ihanet eder ya da çiğnersem tam tersini yaşayayım.”
“
Özgünlüğü değiştirilmiş güncel hali ise;
Türkiye'deki tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerinde kullanılan ve Dünya Tabipler Birliği Cenevre Bildirgesindeki Hekimlik Ant’ının Türk Tabipleri Birliği tarafından yayınlanan metin şöyledir:
“Hekimlik mesleğinin bir üyesi olarak;
Yaşamımı insanlığın hizmetine adayacağıma,
Hastanın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime,
Hastamın özerkliğine ve onuruna saygı göstereceğime,
İnsan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime,
Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime,
Hastamın bana açtığı sırları, yaşamını yitirdikten sonra bile gizli tutacağıma,
Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma,
Hekimlik mesleğinin onurunu ve saygın geleneklerini bütün gücümle koruyup geliştireceğime,
Mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime,
Tıbbi bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma,
Hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve mesleki yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime,
Tehdit ediliyor olsam bile, tıbbi bilgilerimi, insan haklarını ve bireysel özgürlüklerini çiğnemek için kullanmayacağıma,
Kararlılıkla, özgürce ve onurum üzerine,
Ant içerim.”
Özgün halinde çeşitli değişiklikler yapılmış olması zamanla hem mesleki alanda hem de toplumsal ve kişisel etik değerlerde değişimler yaşandığı gerçeği. Zira yapılan yeminler etik kuralları çerçevesinde değerlendirilen soyut bir kavram. Dahası etik kuralları tartışmaya açık ve görecelilik teşkil etmesinden ötürü kesin uygulanabilirliği içermemektedir. Eski ve yeni gelişmeler ışığında baktığımızda bu yeminde yapılan değişikliklerin bazılarının da biz insanlarda hızla değişen nefsi, vicdani ve etik değerlerdeki değişim olarak değerlendirebiliriz. Özellikle günümüzde uygulamalarda sıklıkla karşılaştığımız sorumluluk almaktan kaçınma, sadece kazan-kazan ilişkisine dayanan çıkarcı mesleki davranışlar sonucu bu nefsi değişikliklerin gayri ahlaki bir hal aldığını görmekteyiz.
Eskiden imkanlar kısıtlı ama vicdanlar hürdü. Şimdi ise imkanlar çok fakat vicdanlar esir olmuş durumda.
Hasta yakınlarından sık sık duyduklarımız bir tarafa, Talasemi hastası (Akdeniz Anemisi) bir yakınım için sağlık hizmeti alabilme çabamızda karşılaştığımız söylemlerden birkaç örneği siz değerli okurlarımla paylaşmak islerim;
Talasemi hastalığı son on yıla kadar kesin bir tedavisi olmayan nadir hastalıklardan bir tanesidir. Günümüzde yeni doğan Talasemi hastası bireyler için bir tedavi yöntemi olmakla birlikte yaşı ilerleyen hastaların sadece yaşam sürelerini uzatma ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik tedavi uygulanabilmektedir. Bu sebeple deneyimli hekimler Talesemi’yi bilmekte fakat yeni tedavi yöntemleri konusunda ön yargılı olabilmekte, genç doktorlar ise yetişkin Talasemi hastaları ile karşılaşmadığı için literatür bilgisinden öteye gidememektedirler.
Acil sağlık hizmeti alabilmek için başvurduğumuz tam teşekküllü hastanelerde bile “Talasemi hastalığını bilmediğimiz için tedavi olduğunuz merkeze başvurmanız gerekmekte” diye yanıtlar alışımız;
Hasbelkader hasta kendi imkanları ile yeni tedavi yöntemleri olduğunu öğrense bile
“Bu tedaviyi sizin gibi bir hastaya daha evvel hiç uygulamadık bilmiyoruz.” Diye reddedilişimiz;
bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp ama hadi neyse…
Tedavi gördüğümüz hastanede bir olumsuzluk yaşadığımızda başka bir hastaneye geçişimizin mümkün olmadığını ve olamayacağını da başvurduğumuz merkezin klinik şefinin;
“Bugüne kadar kim tedavi ettiyse gidin şimdi de onlar tedavi etsin bize gelmeyin!” Sözlerinden anlayabiliyoruz.
Anlıyoruz ki bizim için hayati önem taşıyan bir konu bazı hekimler için profesyonellikten öteye gidemiyor. Talasemi hastalarından aldığı verilerle, kan örnekleri ile istatistiklerle doçentlik tezleri hazırlayan hocalarımız; artık işleri bittiğinden süt vermeyen inek sınıfına yerleştirmiştir bu hastaları. Hastaneler için de durum bundan farklı değil. Daha pahalı ve sirkülasyonu fazla hastalarla yakından ilgilenmek dururken tüm Türkiye de sayısı dört bini geçmeyen ve her geçen gün sayıları azalan Talasemi hastaları onları cezbeder mi?
İşte bu ve bunun gibilerin çok daha fazlasını duyan kulaklarıma inanamayışım üzere daha da ilgimi çekti “Neydi? Ne oldu bu Hipokrat yemini?” diye bir araştırmak istedim. Çok değil bir asır öncesi teknik yetersizlikler, teçhizat ve tedavi merkezi yetersizliğinden muzdaripken şimdilerde ise son teknoloji kullanılan akıllı binalara sahip sağlık merkezlerimizde; özveriden yoksun, empati yeteneği gelişmemiş, mesleğini profesyonellikten öteye taşıyamamış, dördüncü sınıftan itibaren ‘hangi branş daha çok kazandırır’ ın peşine düşen, sağlık profesyonelleri ile karşı karşıyayız…
Ve ne diyordu son sözünde, özünde yemin olan Hipokrat yemininde:
“Bu yemine sadık kalırsam hayatımı ve mesleki uygulamalarımı insanların tümünden ve her zaman saygı görerek mutlulukla sürdüreyim, ama ona ihanet eder ya da çiğnersem tam tersini yaşayayım.” ( Hipokrat Yemini tahripsiz)
Bildiğimiz yeminlerde öyledir. Sonunda mutlaka bir yaptırımı olur. Bu tanrısal veya toplumsal ya da hukuki.
Hipokrat yemini de diğer yeminler gibi aslında çok şeymiş, hiçbir şey oluvermiş.
Talasemi’nin bize hiç mi olumlu katkısı olmadı sanıyorsunuz? Bilakis tüm zorluklarına rağmen uzun soluklu bir hastalık olması sebebiyle Türk hekimliğinin evrimini yakinen gözlemleme fırsatı sundu. Ve hayatını hastalarına adayan; sadece hastalık süreçleri ile değil sosyal, kültürel, ekonomik sorunları ile de birebir ilgilenen Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet edin.” sözünün temsilcilerinden olan bazı güzel bilim insanlarını da tanımama vesile olmuştur.
Size bu anlamlı günde bizimle birlikte birçok hastanın bugüne değin sosyal hayatın içerisinde bulunmasına ve onların ülkemize katma değer sağlamasına büyük katkısı olan kıymetli hocamız Prof. Dr. Ayten ARCASOY ile nasıl tanıştığımızdan bahsetmek isterim.
Yine böyle bir 14 Mart Tıp Bayramı günüydü. Yıl 2012
Elimde bir çiçek zile bastım. Geç olsa da kapı aralandı. Araladığı kapıdan bana ışıl, ışıl meraklı gözlerle bakan seksenli yaşlarda bir hanımefendi. İşte tam karşımdaydı Ayten ARCASOY. Eşimden yıllarca minnetle adını duyduğum, meraklı araştırmalarımın kahramanıydı o. Kimsiniz? sorusuna hiç beklemediği bir yanıt vermiştim.
“Sevgili Ayten Hocam, Hematolojinin Sultanı, hastalarının annesi, onlardan doğanların büyük annesi Tıp Bayramın kutlu olsun.”
Ve o kapı aralığından yabancıya bakan o meraklı gözler bir anda bayram yeri oluverdi…
İşte O gözler tahrip edilmemiş Hipokrat Yemininin ve Atatürk’ün sözünde de bahsettiği Türk Hekimliğinin son temsilcilerindendi belki de… Öyle ya artık sağlık profesyonelleri ile baş başayız.
Sağlıklı gelecek için, sağlıklı insanlar için, vatanı için tüm varlığı ile çabalayan sevgili hekimlerimiz;
14 Mart Tıp Bayramınız kutlu olsun.
Sevim KILIÇ