REKLAM ALANI
Barış ALTUN
Köşe Yazarı
Barış ALTUN
 

OKU !.. ANLA !.. iNAN!..

Ortaokulda ve lisede iken siyasi gündeme meraklıydım. O zamanlar dahi tamamen kendi inisiyatifimle mitinglere, eylemlere katılırdım. Sene 2003-2004, bir gün, Antalya da eğitim-sen in mitingine ve yürüyüşüne arkadaşlarımla katıldım. Çevik kuvvet, Güllük Caddesi üzerinde bir dört yol kavşağında tüm geçişleri tutmuş, barikat kurmuştu. Bizler de oturma eylemi yaparak devam edelim dedik. Birkaç adım ötemde birkaç polis vardı. Genç ve yağız. Onca slogan attık bir şey yapmadılar ama yolları kapatıp bizleri durdurduklarında şöyle haykırdık otururken "FETO’nun polisi durduramaz bizleri". Anında ellerimden yakamdan tutup kalabalığın içinden beni çekmeye çalıştılar. Ayaklarımdan öğretmenler ve liseli arkadaşlar tuttular ve beni polise vermediler. Polis bıraktı ve öteden sen göreceksin der gibi el kol işaretleri yaptılar. Bu slogan zorlarına gitmişti. Uğur Mumcular, Necip Hablemitoğlu, Aziz Nesin’ler den öğreniyorduk bu örgütün yapısını ve bu güzelim ülkenin başına ne çoraplar örebileceklerini öngörebiliyorduk. Biz çocuktuk, görebiliyorduk, koca koca adamlar, seçilmiş bürokratlar göremiyor "hoca efendi hazretleri" diyorlardı. Şimdi biz haklıymışız diyoruz, koca koca adamlar kendilerinin çocuk gibi kandırılmış olduklarını söylüyor. Bu kavganın garibanını söyleyeyim size... Atatürkçü, entelektüel aydınlar ve ilerici taraflar. Bunlar kanka iken, soruları çaldılar, kurumlara on yıldan uzun süre kendi adamlarını yandaşlarını doldurdular. Benim gibiler dışarda kaldık. Sınavdan yüksek puan alsan ne olacak, mülakatta elendik. Umudu kestik başımızın çaresine bakmaya çalıştık. Benim gibi düşünen insan hayata karşı olan duruşundan taviz veremedi, susamadı gelişmelere karşı, demokratik açılımlara karşı, Suriye politikası gibi birçok konularda duruşlarını bozamadılar, sussalar ihale almaya devam edebileceklerdi ama kendileri ile savaşarak, onurlarına yediremedikleri için ihale alamadılar, ödeme alamadılar, iş alamadılar. Ezildiler ama benim gibi başı dik, kimseye minnet etmeden, konuşurken kem küm etmelerine gerek kalmadan konuştular. Bunu yaşamış biri olarak şunu söyleyeyim; Ey özgürlük diye çok haykırmıştım ama özgürlüğün, kimseye minnet eylemeden, gram hesap vermeden konuşabilmenin haykırabilmenin verdiği haz varya... İşte o zaman anladım özgürlük kelimesinin derinliğini, yüreğimin en derinlerinde iliklerime kadar özgürlüğü de bu sayede yaşadım.   Velhasıl bizim ömrümüzden çaldılar. Kul hakkını yediler. Çok başka yerlerde çok başka işler yapmamız gerekirken bizlerin kaderlerini değiştirdiler. İşe yaramaz adamlar kurumların başlarına geldi bu sayede. TÜBİTAK’a ne çok üzülürdüm. Ne hala gelmişti bu kurum. Gündem tartışmalarını çok uzatmayı sevmezdim, çünkü yabancı basın yayınını da takip eden biri olarak diğer ulusların uzay araştırmaları yapmalarını, alabildiğine hayal güçlerini kullanarak bunları gerçekleştirmeye çalışmalarını, katma değeri yüksek teknolojiler geliştirerek ülke refahlarını yükseltmelerini kıskanarak, içim içimi yiyerek izlerdim. Derin bir iç çekme ile de hayatıma devam ederdim. Yani ne hayaller gerçekleşti bu dünyada bir düşünün ya adamlar bizim kuyruklu yıldız dediğimiz meteora uzay aracı indirdiler, uzay madenciliğine yatırım yapıyorlar. Bu projelerin ülke olarak ortağı olabilmeyi düşünüp kafamı bu tarafa çevirdiğimde, ortaçağ reform ve Rönesans konularını konuştuğumuzu, türbanmış, imam hatipmiş, insan haklarıymış, demokrasiymiş, özerklikmiş… Çok çok önce aşılması gereken konuların içinde boğulduğumuzu görüyordum. Aslında Mustafa Kemal bu konuları aşmış, çağının çok ötesinde olduğu tüm dünyaca tescillenmiş bir liderdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanlar aklınıza gelir elbette. Yavhu, bir insan, bir Türk, dünyanın en güzel coğrafyasında en iyi kaynaklarının üstünde iken geçmişin eğitim, bilim, sanat ve sanayi gibi alanlarında yapılanlara özlem, imrenme duyar mı? Geleceği düşünüp daha da ilerlemeyi planlaması gerekirken geçmiş günlerde imkânsızlıklar içerisinde yapılanlara özenir mi? Çok uzatmadan şunu ekleyeyim. Bu ülke, sola çok şey borçlu aslında. Kaderi ile oynanmış insanlar. Kumpaslarla yıpratılan komutanlar. Katledilmiş aydınlar, gazeteciler. Terörist patlamalarda ölen yüzlerce insan ve binlerce şehit asker. Gencecik çocuklar öldü. Alevi-Sünni diye çıkan olaylar, uluslararası mağlubiyetler… Bu borcunuzu ödemek için artık bir fırsatınız var. Şöyle ki; Sayın Cumhurbaşkanı ne yapmıştı, hatırlayalım. Davos. “one minute” dedi, ardından “tabi bizim tepkimiz moderatöre idi” dedi. Çözüm süreci dedi, ortalık silah deposu oldu. Pkk ile görüşmedik dedi, sonra elbette görüştük ben gönderdim dedi. Mavi Marmara gemisini ben gönderdim dedi, şimdi “bize mi sordular giderken” dedi. Balyoz, Ergenekon davalarında savcısı benim dedi, sonra aldatıldık dedi, kumpas olduğu ortaya çıktı. Rus uçağına vurun emrini ben verdim diyen Davutoğlu, kendi başbakanıydı, ardından pilota olayı mal ettiler. V.s v.s v.s Yani insanoğlu madem hata yapabiliyor ve seçmen bunu anlayışla karşılayabiliyor ki, yine oy verdiler, o zaman çıkın şunu da söyleyin; “Bizler bu cumhuriyetin çocuklarıyız. Vatan toprağını, dinimizi ve namusumuzu düşman toprağına çiğnetmeyen ulu önder Atatürk’ün kıymetini tam olarak anlayamamışız. Bu gün sahip olduğumuz her şeyi atalarımızın kanları ile kazandıkları bağımsızlığa borçluyuz. Bize düşen, Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefte ilerlerken ekonomik bağımsızlık savaşını kazanmaktı. Enerjimizi buna ayırmamız gerekirken, kandırıldık, oyalandık ve Cumhuriyetle hesaplaşma derdine düşürüldük. Şimdi gerçekleri bizde görebiliyoruz. Demokratik, laik cumhuriyetin temelini daha da sağlamlaştırmalıyız. Ayrım yapmadan tüm vatandaşlar eşittir ve hükümetin görevi ülkeyi geliştirirken adaleti sağlamaktır ve bunun için hep birlikte, muhalefeti ve hükümeti, STK’ları ile topyekûn bir kalkınma, ulusal uzlaşı politikası geliştireceğiz. Tüm vatandaşlarımız yüzlerinin gülmesini, bir akşam olsun tasasız ve yarından endişe duymadan huzur içinde uykuya dalabilmeyi hak etmiştir. Bu toplum agresifliği ve her gün yeni bir gerginlik yaşadığı günleri geride bırakacaktır. Dini kullanarak kendi küçük dünyalarının şeyhi şıhı olan, hurafelerle, sahte hadisler uyduranlar bizim düşmanımızdır. Gerçek İslam mantalitesi bunu gerektirir. Tüm dünya bunu görecek, örnek alacak ve ortak paydalarda buluşacaktır.” Bence devlet bunu vatandaşa borçludur. Çok şeyini vermiştir. Çok sömürülmüştür. Huzur içinde mutlu insanlar olmamız için bir hamle yapsan, yukarıdaki cümleyi okuyup, anlayıp inanman yeter Sayın Cumhurbaşkanı. İşte o zaman sen gör gelecek güzel günleri.
Ekleme Tarihi: 24 Mayıs 2023 - Çarşamba

OKU !.. ANLA !.. iNAN!..

Ortaokulda ve lisede iken siyasi gündeme meraklıydım. O zamanlar dahi tamamen kendi inisiyatifimle mitinglere, eylemlere katılırdım. Sene 2003-2004, bir gün, Antalya da eğitim-sen in mitingine ve yürüyüşüne arkadaşlarımla katıldım. Çevik kuvvet, Güllük Caddesi üzerinde bir dört yol kavşağında tüm geçişleri tutmuş, barikat kurmuştu. Bizler de oturma eylemi yaparak devam edelim dedik. Birkaç adım ötemde birkaç polis vardı. Genç ve yağız. Onca slogan attık bir şey yapmadılar ama yolları kapatıp bizleri durdurduklarında şöyle haykırdık otururken "FETO’nun polisi durduramaz bizleri". Anında ellerimden yakamdan tutup kalabalığın içinden beni çekmeye çalıştılar. Ayaklarımdan öğretmenler ve liseli arkadaşlar tuttular ve beni polise vermediler. Polis bıraktı ve öteden sen göreceksin der gibi el kol işaretleri yaptılar. Bu slogan zorlarına gitmişti. Uğur Mumcular, Necip Hablemitoğlu, Aziz Nesin’ler den öğreniyorduk bu örgütün yapısını ve bu güzelim ülkenin başına ne çoraplar örebileceklerini öngörebiliyorduk. Biz çocuktuk, görebiliyorduk, koca koca adamlar, seçilmiş bürokratlar göremiyor "hoca efendi hazretleri" diyorlardı. Şimdi biz haklıymışız diyoruz, koca koca adamlar kendilerinin çocuk gibi kandırılmış olduklarını söylüyor.

Bu kavganın garibanını söyleyeyim size... Atatürkçü, entelektüel aydınlar ve ilerici taraflar.

Bunlar kanka iken, soruları çaldılar, kurumlara on yıldan uzun süre kendi adamlarını yandaşlarını doldurdular. Benim gibiler dışarda kaldık. Sınavdan yüksek puan alsan ne olacak, mülakatta elendik. Umudu kestik başımızın çaresine bakmaya çalıştık. Benim gibi düşünen insan hayata karşı olan duruşundan taviz veremedi, susamadı gelişmelere karşı, demokratik açılımlara karşı, Suriye politikası gibi birçok konularda duruşlarını bozamadılar, sussalar ihale almaya devam edebileceklerdi ama kendileri ile savaşarak, onurlarına yediremedikleri için ihale alamadılar, ödeme alamadılar, iş alamadılar. Ezildiler ama benim gibi başı dik, kimseye minnet etmeden, konuşurken kem küm etmelerine gerek kalmadan konuştular. Bunu yaşamış biri olarak şunu söyleyeyim; Ey özgürlük diye çok haykırmıştım ama özgürlüğün, kimseye minnet eylemeden, gram hesap vermeden konuşabilmenin haykırabilmenin verdiği haz varya... İşte o zaman anladım özgürlük kelimesinin derinliğini, yüreğimin en derinlerinde iliklerime kadar özgürlüğü de bu sayede yaşadım.  

Velhasıl bizim ömrümüzden çaldılar. Kul hakkını yediler. Çok başka yerlerde çok başka işler yapmamız gerekirken bizlerin kaderlerini değiştirdiler. İşe yaramaz adamlar kurumların başlarına geldi bu sayede. TÜBİTAK’a ne çok üzülürdüm. Ne hala gelmişti bu kurum. Gündem tartışmalarını çok uzatmayı sevmezdim, çünkü yabancı basın yayınını da takip eden biri olarak diğer ulusların uzay araştırmaları yapmalarını, alabildiğine hayal güçlerini kullanarak bunları gerçekleştirmeye çalışmalarını, katma değeri yüksek teknolojiler geliştirerek ülke refahlarını yükseltmelerini kıskanarak, içim içimi yiyerek izlerdim. Derin bir iç çekme ile de hayatıma devam ederdim. Yani ne hayaller gerçekleşti bu dünyada bir düşünün ya adamlar bizim kuyruklu yıldız dediğimiz meteora uzay aracı indirdiler, uzay madenciliğine yatırım yapıyorlar. Bu projelerin ülke olarak ortağı olabilmeyi düşünüp kafamı bu tarafa çevirdiğimde, ortaçağ reform ve Rönesans konularını konuştuğumuzu, türbanmış, imam hatipmiş, insan haklarıymış, demokrasiymiş, özerklikmiş… Çok çok önce aşılması gereken konuların içinde boğulduğumuzu görüyordum. Aslında Mustafa Kemal bu konuları aşmış, çağının çok ötesinde olduğu tüm dünyaca tescillenmiş bir liderdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanlar aklınıza gelir elbette.

Yavhu, bir insan, bir Türk, dünyanın en güzel coğrafyasında en iyi kaynaklarının üstünde iken geçmişin eğitim, bilim, sanat ve sanayi gibi alanlarında yapılanlara özlem, imrenme duyar mı? Geleceği düşünüp daha da ilerlemeyi planlaması gerekirken geçmiş günlerde imkânsızlıklar içerisinde yapılanlara özenir mi?

Çok uzatmadan şunu ekleyeyim. Bu ülke, sola çok şey borçlu aslında. Kaderi ile oynanmış insanlar. Kumpaslarla yıpratılan komutanlar. Katledilmiş aydınlar, gazeteciler. Terörist patlamalarda ölen yüzlerce insan ve binlerce şehit asker. Gencecik çocuklar öldü. Alevi-Sünni diye çıkan olaylar, uluslararası mağlubiyetler… Bu borcunuzu ödemek için artık bir fırsatınız var.

Şöyle ki; Sayın Cumhurbaşkanı ne yapmıştı, hatırlayalım.

  • Davos. “one minute” dedi, ardından “tabi bizim tepkimiz moderatöre idi” dedi.
  • Çözüm süreci dedi, ortalık silah deposu oldu.
  • Pkk ile görüşmedik dedi, sonra elbette görüştük ben gönderdim dedi.
  • Mavi Marmara gemisini ben gönderdim dedi, şimdi “bize mi sordular giderken” dedi.
  • Balyoz, Ergenekon davalarında savcısı benim dedi, sonra aldatıldık dedi, kumpas olduğu ortaya çıktı.
  • Rus uçağına vurun emrini ben verdim diyen Davutoğlu, kendi başbakanıydı, ardından pilota olayı mal ettiler.
  • V.s v.s v.s

Yani insanoğlu madem hata yapabiliyor ve seçmen bunu anlayışla karşılayabiliyor ki, yine oy verdiler, o zaman çıkın şunu da söyleyin;

Bizler bu cumhuriyetin çocuklarıyız. Vatan toprağını, dinimizi ve namusumuzu düşman toprağına çiğnetmeyen ulu önder Atatürk’ün kıymetini tam olarak anlayamamışız. Bu gün sahip olduğumuz her şeyi atalarımızın kanları ile kazandıkları bağımsızlığa borçluyuz. Bize düşen, Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefte ilerlerken ekonomik bağımsızlık savaşını kazanmaktı. Enerjimizi buna ayırmamız gerekirken, kandırıldık, oyalandık ve Cumhuriyetle hesaplaşma derdine düşürüldük.

Şimdi gerçekleri bizde görebiliyoruz. Demokratik, laik cumhuriyetin temelini daha da sağlamlaştırmalıyız. Ayrım yapmadan tüm vatandaşlar eşittir ve hükümetin görevi ülkeyi geliştirirken adaleti sağlamaktır ve bunun için hep birlikte, muhalefeti ve hükümeti, STK’ları ile topyekûn bir kalkınma, ulusal uzlaşı politikası geliştireceğiz. Tüm vatandaşlarımız yüzlerinin gülmesini, bir akşam olsun tasasız ve yarından endişe duymadan huzur içinde uykuya dalabilmeyi hak etmiştir. Bu toplum agresifliği ve her gün yeni bir gerginlik yaşadığı günleri geride bırakacaktır. Dini kullanarak kendi küçük dünyalarının şeyhi şıhı olan, hurafelerle, sahte hadisler uyduranlar bizim düşmanımızdır. Gerçek İslam mantalitesi bunu gerektirir. Tüm dünya bunu görecek, örnek alacak ve ortak paydalarda buluşacaktır.

Bence devlet bunu vatandaşa borçludur. Çok şeyini vermiştir. Çok sömürülmüştür. Huzur içinde mutlu insanlar olmamız için bir hamle yapsan, yukarıdaki cümleyi okuyup, anlayıp inanman yeter Sayın Cumhurbaşkanı. İşte o zaman sen gör gelecek güzel günleri.

Yazıya ifade bırak !